Pazartesi, Temmuz 28, 2008

27 Temmuz 2008

Başlıktaki tarih benim Diyarbakır'a gelişimin birinci yıl dönümü. Bu bir yılın sonunda artık bilmeyenlere şehri gezdiriyor, yeni gelenlere kol kanat geriyor, yolunu kaybedenlere yol tarif ediyorum. Demek ki öğrenmişim. Ucundan kıyısından buralı olmuşum.
Hiç bilmediğim ve açıkçası çok korkarak geldiğim, bu tuhaf ve aslında güzel, hem zor hem de çok kolay insanlara sahip bu şehir, bana bazen iyi gelse de, bazen çok kızdırsa da, yaşayıp gidiyorum. Hem alıştım hem alışamadım, hem seviyorum hem sevmiyorum, bana bazen memleketimi hatırlatıyor, bazen de hiç bir yere benzetemiyorum. Benim bu şehir hakkındaki düşüncelerim de şehrin kendisi gibi karmakarışık.
Burada, benim gibi buralı olmayıp burada yaşamak zorunda kalan bir sürü insanla tanıştım. Onların sıkıntılarını dinleyip, kendiminkilerle bir teraziye koyuyorum. Kendimi bazen şanslı bazen de çok şanssız görüyorum. Aslında şans denilen şeyi de insanın kendisinin yarattığını da biliyorum. Benim buradaki sıkıntılarımın aynısını İstanbul'da veya İzmir'de veya Ankara'da yaşayan birisinden dinlediğimde kendimi iyi hissediyorum. Zira biliyorum ki insanoğlu doyumsuz ve elindekiyle yetinmeyi de bilmiyor bazen. Bu doyumsuzluk bir yandan insanoğlunun gelişmesini sağlar ama aynı zamanda mutsuzlaştırır da, bir kısırdöngüdür aslında. İster İzmir'de ister Diyarbakır'da olun, bulunduğumuz yeri iyi yapanın kendimiz olduğunu düşünüyorum.
Burası hem cennet hem de cehennem. Yaşayıp gidiyoruz.
Bir yılın sonunda yaşadığım şehrin bana düşündürttükleri bunlardır.

Hiç yorum yok: