Perşembe, Temmuz 31, 2008

Fis Kaya

Şimdiye kadar kaçmaya çalışsam da dün akşam buraya geldikten sonra tanıştığım bir arkadaşın üçkâğıdı ile Fis Kaya denilen yerde bira içmek zorunda kaldım.

Fis Kaya ne zaman Dağkapı’ya gitsem kahverengi yol levhasını gördüğüm bir yerdi ama hiç gitmemiştim. Kahverengi yol tabelaları tarihi mekanları işaret ediyor. Beni götüren arkadaşım gittiğimiz yerin Fis Kaya olduğunu söyledi ama ben tarihi herhangi bir anlam veremedim gittiğimiz yere.

Eğer birisi götürmeseydi benim bulamayacağım kadar sapa ve dışarıdan görünmez bir mekana gittik.

Dağkapı’dan üniversiteye doğru giden kıvrımlı yoldan geçip Dicle üzerindeki köprüden geçmeden hemen sağa dönüp ilerleyince mekâna ulaşılabiliyor.

Ortam karanlıktı çok hâkim olamadım mekâna ama sanırım Dicle’nin hemen kenarında olsa gerek.

Mekâna girer girmez sol tarafta yani Dicle’nin kıyısı olduğunu sandığım yerde Aile Salonu tabelasını okuyabildim. Aileler de gelebiliyor buraya, onu da anladık.

Biz biraz daha ilerleyip arabayı park ettik. İlk izlenimim lokantamsı bir yer olduğuydu. Arabayı park ettiğimiz yer kocaman bir meydan gibi düşünülürse, meydanın etrafında dağılmış buzdolapları, etler, oradan oraya koşuşturan garsonlar vardı. Girdikten sonra sağ tarafa doğru arazi yükselerek ilerliyor. Bu yükseltinin çeşitli yerlerine konulmuş masalarda 3’er 4’er kişilik gruplar halinde oturan, ağırlıklı rakı ve bira içen, bir yandan da gruptan birisinin çabasıyla masanın hemen yanındaki mangalda pişen etten yemeye çalışan adamların ortasına düştüm.

Eğer gündüz vakti olsaydı, oturduğumuz yerden Dicle’nin güzel bir manzarası ile karşılaşacağımızı tahmin ettiğim masamızdan, benim tek gördüğüm, üniversitenin karşıdaki ışıkları ve onun altındaki karanlıktı. Yani Dicle Nehri.

Garsonlar arabayı park ettiğimiz alandan yukarı doğru servis yapmak için bir aşağı bir yukarı koşturup helak olurken, bize de ne istediğimizi sordular.

Zaten bir üçkâğıt sonucu gittiğim için oraya, içki içmeyi de çok sevmediğim için, ama bir yandan da bir üçkâğıt sonucu oraya götürülmüş olsam da beni götüren arkadaşımın iyi niyetli olduğunu bildiğimden, onu kırmamak için ancak bir bira içmeyi uygun gördüm kendime. Neyse ki karınlarımız toktu.

Bir içki sofrasında sıkıntı çeken birisiyim. İçkiye karşı değilim, ama hiçbir zaman iyi bir içici ol(a)madım. İçki sofrasına oturduktan sonra geçen zaman içinde peltekleşen diller, bu dillerin söylediği laflara cevap verme zorunluluğu, konuşmak gerekmesi, özellikle benim gibi içki içmeyen birisini sıkıntıdan sıkıntıya sokuyor.

Dün o kadar sıkılmadım diyebilirim. Çevremdeki masalardan yükselen kahkahalar ile gelişen muhabbetlere bile kulak misafiri olmak beni eğlendirdi.
Üçkağıtçı arkadaşın dili peltekleşmedi, lafı uzatmadı. Laf lafı açtı, bozuk olan moralim biraz da olsa düzeldi.
İçki masası muhabbetleri -bence- sevdiğiniz, tanıdığınız, bildiğiniz kişilerle, tadı damağınızda kalacak şekilde, ayda yılda bir yapılırsa güzeldir. Bu durumda yapılacak içki muhabbetleri sonradan belki de yıllarca konuşulacak olayların olmasına da sebep olacak denli neşeli ve zevkli geçebilirler.

Hiç yorum yok: