Salı, Temmuz 01, 2008

Bir Diyarbakır Düğünü

Bugün bir düğüne gittim. Mahalle aralarında yapılan düğünleri görüyordum yanlarından arabayla geçerken de ilk kez Diyarbakır’da bir düğüne katıldım. Düğün Gazi Köşkü’ndeydi. Bir gün orayı da yazacağım, Diyarbakır’ın içinde ayrı bir güzelliktir zira.
Benim gittiğim düğün Diyarbakır’a geldikten sonra tanıştığım bir arkadaşımındı. Düğünlerden çok hazzetmem ama gitmem gerekliydi. İlk kez Diyarbakır düğünü gördüm, anlatmam gerekli bu yüzden. Aslında Diyarbakır düğünleri benim daha önce diğer şehirlerde katıldığım düğünlerden pek farklı değildi, sadece alışıldık sırada değildi o kadar. Bana değişik gelen şey ise oyunları. Kadınlı erkekli oynadıkları delilo var, bir de halay dedikleri başka bir oyun daha var. Ben ikisi arasındaki farkı çok anlamadım, masamızdaki Diyarbakırlılar delilonun çok daha basit bir oyun olduğunu, o yüzden çok oynandığını anlattılar. Bir delilo, bir halay, bir delilo, bir halay, iki delilo, bir halay…. oyun sadece bu. Başka da bir şey yok, bir 10 dakika kadar çiftetelli oynandı, ondan sonra tekrar delilo.
“Sahnelerimizin beyefendi sanatçısı” diye takdim edilen bir adam da şarkı söyledi, hem de oynadı, oynamayanlara kızdı, alkışlamayanlara kızdı, “sessiz alkışlarımıza” teşekkür etti. Kızdı derken şaka yollu kızdı, kızgın bir ortam yoktu yani. Düğün sahipleri çok eğlendi, ben çok sevmem yukarıda dediğim gibi, kalkıp da halay çek(e)medim o yüzden.
Bu şarkı söyleyen adam sürekli “ki zava” diye bağırdı, bizim hemen arka masamızdakiler de (ne dediklerini anlamadım) karşılık verdiler gene bağırarak, “ki zava” Kürtçe’de damat kim demekmiş, adet olmuş düğünlerde eline mikrofonu kim alırsa (gerçi mikrofona da gerek yok bağırdıktan sonra) ki zava diye bağırırmış, erkek tarafı da damadın adını bağırırlarmış. Her beş dakikada bir ki zava diye bağıran bir adam ile buna karşılık veren adamların bağırtısını duymak pek hoş olmasa da, daha doğrusu anlamsız gelse de, âdet âdettir.
Tabii ki düğündeki bütün kadınların Sex and the City kadınları gibi giyinmesi de garibime gitti, hepsi sanki birazdan şarkı söylemek için sahneye çıkacak Ebru Gündeş kılığındaydılar. O kıyafetlerle delilo oynamakta ve halay çekmekte hiç zorlanmadılar gördüğüm kadarıyla. Tabii ki bu kılıklar sadece bu düğünlerde yok, Türkiye’nin şehirde yapılan hangi düğününe giderseniz gidin bu tip düğün kıyafetli kadınlarla karşılaşabilirsiniz. Arka masanızdaki teyzelere de kulak kabartırsanız kimin güzel giyindiği, kimin de bu işi beceremediği hakkındaki dedikoduları da duyabilirsiniz. Zaten ülkemizdeki düğünler biraz da sağı solu gözetlemek, gözetlenmek, hava atmak, şanını yaymak, görmek, bakmak için yapılmıyor mu?
Son olarak demek istediğim, kimsenin düğününe derneğine laf uzatmak haddime değil, zira herkes içinde doğduğu, kodlandığı, öğretildiği şeyleri yapıyor ve ona göre yaşıyor. Siz ne kadar öğretildiyseniz o kadarsınız, ki zaten öğretildiğinin dışına çıkanlara da kısaca çılgın deniyor.
Şarkı söyleyen adamın sesine katlanamasam da, nikâhın hangi arada kıyıldığını anlamasam da, nikâh memurunun kendinden bezmiş sesini çok az duysam da, delilo oynayanların aynı hareketi yaparak nasıl bu kadar eğlenebildiklerine şaşırsam da, köy düğünlerinin nasıl da bir sentezle şehre taşındığına -hâlâ- çok şaşırsam da, neden o kadar çok “ki zava” diye bağırıldığını anlamasam da; delilo oynayanlar da, halay çekenler de, “ki zava”nın karşılığında damadın adını bağıranlar da bundan çok memnunlardı. Kadınlı erkekli çok da güzel oynadılar, eğlendiler, ben oynamadım diye kınandım hatta (Düğünde oynamayan evde kalırmış dediler). Çıkıntıyım biraz sanırım.

NOT: Düğün içkisizdi, ama masanın altından kolasına votka karıştıran adam da vardı, gözlerimle gördüm. Helal abi sana derim ben buradan, nasıl da işini bilen bir adamsın sen ve nasıl oluyor da her düğünde varsın ben anlamadım gitti :)
Tavsiye: Ayfer TUNÇ'un "Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek" kitabının bir bölümünde düğünlerden bahseder ki, yetmişli yıllardaki Türkiye'yi anlatan bu kitap ile hayatımızda ne kadar çok şeyin değiştiğini ve değişmediğini anlatır. Düğünlerde "saçlarını uçuştura uçuştura çok önemli bir şey yapıyormuş gibi yapan kadınlar" yetmişli yıllarda da ikibinli yıllarda da, her ne kadar kıyafetleri değişse de, varlar. Kitap benim en çok sevdiklerimden biri ve bir mizah kitabı olmamasına rağmen okurken gözümden gülmekten yaş getiren tek kitap olma özelliği taşıyor. Akıcı bir dil ile Ayfer Tunç yetmişli yıllardaki hayatımızı anlatıyor. Herkese okumasını tavsiye ederim.

Hiç yorum yok: